Ana Sayfa » Köşe Yazıları » Gadir-i Hum Bayramı'nda Tarsus'taydık

Gadir-i Hum Bayramı'nda Tarsus'taydık

Gadir-i Hum Bayramı'nda Tarsus'taydık


Tarsus ilçemizde Alevi kanaat önderleri ve Alevi kardeşlerimizle beraber güzel bir gün geçirdik. Gadir-i Hum Bayramı'na denk gelen 9 Eylül günü, aynı zamanda düşmanın İzmir'de denize döküldüğü yani Kurtuluş Savaşımızın zaferle bittiği güne de denk geldi. İki bayramı bir arada yaşadık. Benden önce söz alan Ahmet Özdemir Dede, bendenizden '2. Atatürk' diye bahsettiler. İçinden geçtiğimiz şartlarda bir olmanın önemine değinerek, Alevi veya Sünni ayrımı yapmadan "Haydar Hoca ile beraber olmalıyız" ifadesini kullandılar. Bendeniz de Gadir-i Hum olayını, İmam Ali Efendimizin halife tayin edilişini, hilafetin Peygamberimizin neslinin hakkı olduğunu kaynaklarla izah ettim. Konuşmamdan sonra yanıma gelen kardeşlerim, "Bize 15-16 sene önce bu konular açıkça konuşulacak, biz Aleviyiz diyebileceğiz dense inanmazdık. Çünkü üzerimizde çok baskı vardı" diyerek, sevinçle desteklerini ifade ettiler. Hakikaten işin içine girdikçe, Batı'nın oyunları ile İslam aleminin ne kadar fırkalara ayrıldığını, Müslümanın Müslümana nasıl düşman edildiğini ve bu uğurda nasıl kan akıtıldığını üzülerek görüyoruz. Dünya genelinde Şii-Sünni savaşı olarak tezgahlanan oyun, Türkiye'de Alevi-Sünni kutuplaşmasına dönüşüyor. Oysa bizim ortaya koyduğumuz çalışmalar, Alevi ve Sünni dünyanın iman ve İslam şartlarında bir olduğunu göstermektedir. Arada imamet konusunda bir ayrım vardır. Şia için iman esası olan imamet mevzuu ve Hz. Ali Efendimiz'e inanmak, Sünni dünyada 'velayetin başı İmam Ali' olarak şekil bulur. Bir düşününüz, Hz. Peygamber'in Maide Suresi 67. ayetinin nazil olmasından sonra halifesi ve velisi olarak ilan ettiği Hz. Ali Efendimiz'in hilafetine inanmak Allah'ın emrine inanmak demektir. Tersinden değerlendirirsek, kabul etmemek de ayete, Allah'ın emrine ters düşmek değil midir? "Resulullah (sav) Veda Haccı'ndan dönerken öğle vaktinin sıcağında Gadir-i Hum denen yerde durdu. Büyük gölgelikler kurulmasını emretti. Gölgelikler kurulduktan sonra, herkesin cemaat namazı için toplanmasını buyurdu. Cemaat namazı için toplandık. Allah Resulü (sav) bizlere bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu: Allah-u Teala bana şu ayeti nazil etti, 'Ey Resul! Sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan peygamberliğini tebliğ etmemiş gibi olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.' (Maide, 67) Cebrail, bana burada Rabbimin şu emrini bütün herkese iletmemi emrettiğini bildirdi: 'Ali b. Ebu Talib benim kardeşim, vasim ve halifem, benden sonra İmamdır.' Ben de size tebliğ ediyorum. 'Ben her kimin mevlası isem, bu Ali (as) de onun mevlasıdır. Bu Allah tarafından bana bildirilmiştir." Maide 67. ayeti nazil olmasından sonra irad edilen bu hutbe göstermektedir ki, Hz. Ali'nin halife oluşu bizzat Allah'ın emri iledir. Bu hutbenin altı yerinde imamlığın Hz. Ali'nin olduğu belirtilmiştir. 1. "Ali b. Talib, benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve benden sonraki halifemdir." 2. "Allah Resulünün (sav) halifesi odur. Müminlerin emiri odur. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı odur." 3. "Ey insanlar! Bu Ali'dir! O benim kardeşimdir, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerindeki halifemdir." 4. "Ey insanlar! Ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum." 5. "Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır." 6. "Benden sonra Ali, Allah'ın emri ile sizin veliniz ve imamınızdır." "İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulü ile görüşeceğiniz güne kadar onun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır." Hz. Ali'nin imamet ilanından sonra henüz insanlar dağılmadan Maide 3. ayeti nazil oldu: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetlerimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçtim." Yani İmam Ali'nin halife ilanı ile din kemale ermiştir. Resulullah (sav), "Allahu Ekber! Din kemale erdirildi. Nimet tamamlandı. Yüce Allah benim risaletime, Ali'nin velayetine razı oldu" buyurdu. Müfessir Alusi ise Maide 67. ayetinin bağlamında Sünnilerin genel görüşünü de beyan ettiği tefsirinde şunları kaydetmiştir: "İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bu ayet, Ali (kerremellahu veche) hakkında nazil oldu. Yüce Allah, Hz. Peygambere onun (Ali) velayetini insanlara ilan etmesini emrettiğinde; Rasulullah, insanların kendisine 'amcasının oğlunu başımıza geçirdi' deyip kendisini kınamalarından (ta'n etmelerinden) oldukça korktu. Bunun üzerine Allah, bu ayeti indirdi. O da Gadir-i Hum'da Ali'nin velayetini ikame etti. Onun elini tutup kaldırarak şöyle buyurdu: Ben kimin velisi-idarecisi isem, işte bu Ali de onların velisi-idarecisidir. Allahım! Onu veli kabul edip dost olana dost ol; ona düşmanlık yapana da düşman ol. Celattin Suyuti de, ed-Dürr'ul Mensur'unda Ebi Hatim, İbn Murdeveyh, İbn Asakir ve Ebu Said el-Hudri'den naklen böyle tahric etti." (Ebu'l Fazl Şihabuddin es-Seyyid Mahmud el-Alusi, Ruh'ul Me'ani fi Tefsir'il Kur'an'il-Azim ve's-Seb 'il-Mesani, Beyrut bsk, c. IV, sayfa 192,193) Yine 220 Sünni alimin eserinde, Gadir-i Hum denilen yerde irad edilen hutbenin Hz. Ali Efendimiz'in hilafetiyle ilgili olduğu beyan edilir. İmam hatip liselerinde ve ilahiyatta okumuş, medrese tahsili almış bir kardeşiniz olarak Gadir-i Hum Günü'nü ilk defa Bakü Devlet Üniversitesi'nde 'Veda Hutbesinde İnsan Hakları' isimli doktora tezimi sunarken tez hocamdan duyduğumu itiraf etmeliyim. Allah'ın emri ve Resulullah'ın naspı ile seçilmiş İmam Ali Efendimiz'in Sünni dünyada ısrarla gizlenmesi ve üstünün örtülmesi, elbette sorgulaması gereken ilmi ve imani bir görev olsa gerektir. Gadir günü Resulullah'ın yerine halifesi tayin ettiği İmam Ali Efendimiz, Ehl-i Beyt'tir; erkeklerden ilk iman eden kişidir; hakkında 300'den fazla ayetin nazil olduğu mübarektir; binlerce hadisle Hz. Peygamber'in övdüğü mümindir; Peygamberimizin (sav) "Sen bana Harun'un Musa'ya olan nispeti gibisin. Şu farkla ki benden sonra Peygamber gelmeyecektir" hadisine mazhar olan tek insandır. O, peygamberlik makamı dışındaki bütün rütbelere sahiptir. Allah şefaatinden ayırmasın. Gadir-i Hum Bayramımız mübarek olsun.

Prof. Dr. Haydar Baş 11 Eylül 2017 köşe yazısı - Yeni Mesaj Gazetesi