Ana Sayfa » Kitaplar » Veda Hutbesinde İnsan Hakları

Veda Hutbesinde İnsan Hakları

Veda Hutbesinde İnsan Hakları

Veda Hutbesinde İnsan Hakları

Eşref-i mahlukat olan insan, Allah Teala tarafından fevkalade esrar ile donatıldı. Ona meleklerden bile üstün sayılacak bir paye verilirken, bilakis aşağıların aşağısı olabilecek bir durumla da karşı karşıya getirildi; kısaca


imtihan, belirleyici geçit oldu kendisi için. Bu takdirin tecellisi olarak ilk nümune olan Adem (as), aynı zamanda ilahi mesaja muhatap kılındı, Peygamber oldu. O ve bürün zürriyeti vahyin nuruyla aydınlandı. Ne var ki, imtihan maksadıyla şeytan ve nefs, bazılarının yolunda etkili oldu. Kabil'lerle başlayan gayr i meşru yollar, gölge niteliğinde de olsa birer yol oldu; herbirinin başında bir şeytan bekleyerek sürekli cahiliyete davet etti. Ve oluklar çift; birinden nur akarken, birinden kir akmaya devam etti durdu.

Peygamberler tarihi tetkik edilirse hep bu mücadelenin amansız yarışı izlenir. Hak yolu, hak yol; Hak'tan sapan yol, cahili yol. Başka bir yol yok insanlık için. Bu kavşakta peygamberler, trafiği yönlendirdi; insanlar için kurtarıcı oldular. Hele Hatemu'l-enbiya olan Sevgili Peygamberimiz, tüm
cahili yollar ve ilkeleri mübarek ayaklan altına alarak, İslam güneşini en güzel bir zuhurle tüm insanlığa yansıttı. Dünya tüm coğrafyası ve tüm kavimleriyle istisnasız olarak Rasulüllah'ın davetine muhatap oldu. "Kalk" emrini alan Sevgili Peygamberimiz, dinmeyen bir süratle zamanı geçti,
mekana mührünü vurdu.

İnsanlık ne halde idi? Tüm hak davetçilere rağmen nasıl bir dünya devralmıştı Rasulüllah? Dünyanın dörtbir bucağında cahili anlayışlar hayata hükmediyordu; zina, içki, kumar, putperestlik, kadınlara zulüm, esir pazarları, faiz vb. haller alabildiğine karartmıştı ufukları. İşte Hakk'ın kılıcı ile bu zulmet perdesi yarıldı, ilahi nurlar insanlığı kuşattı. "Bugün sizin dininizi tamamladım" beyanı ile bu oluş kemal buldu. Ve Allah Rasulü, Arafat meydanında dünya müslümanlarına vicahen ve gıyaben hitap etti, Rabbini tebligatına şahit tuttu; Veda Hutbesi, cihan çapında ebedi bir mesaj oldu.

Veda Hutbesi söz olarak kısa ve öz olmakla birlikte insanı, Rabbi karşısında fevkalade bir üslupla ele aldı. Onun durumunu, vazifelerini, ilahi bağışlar olan haklarını tanımladı. İnsana konumunu tarif etti Hasılı insan
Veda Hutbesi'yle gerçek kimliğine kavuştu. Artık cahiliyet yerle bir edildi.

Veda Hutbesi'nde mantık şöyle sıralandı; önce insan, alemin Rabbi olan Allah'ı bilmeli, sonra ahirete inanmalı, kader potasında erimeli, cahili halini inkar edip ahlak ı hamide ile donanmalıdır. Bu oluşa mazhar olan insan, "insan" olacaktır, Hakk, onu zatına muhatap kılıp tecelliden hissedar edecek ve alem o 'aine'de Hakk'a vuslat edecektir. Velayet ve irşad mantığı böylece bina edildi. İnsanlık batıldan arıtıldı, sahte ilahlar kaldırıldı, manevi-maddi yapı tesis edildi. İnsanlık inanç ve ibadet hürriyeti, can emniyeti, mülk emniyeti, namus ve ahlak emniyeti, vatan emniyeti başta olmak üzere teminat akına alındı; haklan sağlandı.

Bu güzel beyan o gündenberi insanlığın elinden ve dilinden düşmedi; Veda Hutbesi hep tekrarlandı, açıklandı, levha yapıldı… İşte bu anlayışla muhterem Üstad Prof. Dr. Haydar Baş da Veda Hutbesi'ni ele aldı; Veda Hutbesi'nde İnsan Hakları başlığı ile meseleyi inceledi, elimizdeki bu kıymetli eseri vücuda getirdi. Üstad'm kaleminden kelama intikal eden
bu eser incelendiğinde fevkalade bir tablo bizi karşılar. İzninizle şimdi eserde bir seyahat başlatalım.

Eserin gerekçesi öncelikle iyi kavranmalıdır. Maalesef dünya, müslüman iradesinden mahrum kalalıdan beri, sürekli yanlış yapılıyor, güzel kavramlar bile eksik; insanların elinde aslından kopuyor ve değerinden uzaklaşıyor. Bunlardan biri de "insan hakları". İnsan hakları evrensel bir beyanname ile ortaya atıldı, tanımlandı ve dünya genelinde bin türlü
tatbikatla, çelişik uygulamalarla ortaya kondu. Temelde isabet edilmediği gibi, tatbikatta da çifte standarttan uzaklaşılamadı. Niçin çifte standart, niçin adaletsiz uygulamalar, niçin dünya cennete dönemiyor? İşte Üstad hükmünü serdediyor burada: "İslam bir esası var etmeden evvel, o esası yaşayıp uygulayacak insanı yetiştirir. İçtimai, iktisadi, hukuki, ahlaki, bütün prensiplerde durum aynı olup, evvela bu prensipleri uygulayacak olan insan, terbiye edilip bu prensipleri uyguamaya hazırlanır. İnsan haklan için de durum aynıdır. İslam, insan haklarını sunmadan önce, bu hakları uygulayacak olan insanı eğitir ve yetiştirir."

Burada dikkat çeken önemli bir tespitle karşılaşıyoruz; maddeye ve hayata nizamat verecek olan, insandır. Aksi taktirde, insanı imar etmeden, hiçbir şey ihya edilemez. Bu noktada Üstad'ın tezi bir kez daha öne çıkıyor "önce iman ve insan davası". İnsanı yaradılış gaye ve manasıyla bütünleştirmedikçe, insan ve toplum; hangi ifadelerle anlatılırsa anlatılsın doğrudan, güzelden, faydalıdan hissedar olamayacaktır.

Eser, "insan haklarını savunan insanların, evvela bu alemin yaratıcısını tasdik edip O'nu kabul ile hakkını vermeleri lazımdır. Allah'a iman her nefsin tabii ve zaruri ihtiyacıdır. Kendi nefsinde bu problemi halletmemiş insanın, başkalarının problemlerini çözmesi imkansızdır. Ve hem kendini, hem de kainatı yaratan bu iradeyi görmeyen kişi, diğer insanların iradesine de saygılı olamaz. O bakımdan insan haklarını savunan kişinin öncelikle Allah'a inanması şarttır." diyor.

Eser, yaratılışta birlik tezini vurgular. Bütün insanlar Adem'in (as) çocuklarıdır. İnsanlar, Adem (as) kökünde birleşir, soy, sop, kavim gibi kavramlar özde bütünleşir. Ve Adem (as) toprağa irca edilerek kişi, benliğinden sıyrılarak "hiçlik" aynasında feni olur.

işte saadet asr, işte Rasulullah (sav) potasında kaynaşan ashab-ı kiram. Müjde, nebevi müjde! "Bilal bizdendir, Selman bizdendir", "Müslüman müslümanın kardeşidir bütün müslümanlar kardeştir". Bu levhalar gönüllere yapıldı, ruhlarda inkılap yaptı. Hicret sonrası Medine müslümanları tam bir kardeşlik haline ulaştılar, sanki bir vücut gibi. Heyhat! Bugün ne kadar uzaklaştık bu kemalden; ne kadar yakın olduk zevale. Anadolu
yaylasında bile, ruhlarda, kafalarda ve kalıplarda birlik, özlenen pıye oldu. Toplum kendini arıyor. Lakin Tanzimat barikatını geçerek tarihe, Saadet Asrı'na avdet gerek, yeniden; o iksirli nefes, o kııtlu hale avdet. Üstad, birlik ihtiyacının şiddetle hissedildiği bu çağda, eseriyle adeta can verdi topluma. İnsanımız bu ibret levhasından aydınlanmalı. Bu vesile ile eserin müellifi Üstadıma minnet ve şükranlarımı arzediyorum.

Eser, bilhassa kadın haklarının, "kadına saygı" duyularak, hizmet ve şeref verilerek icra edilebileceğini vurgular. Kadını sömürmeden savunarak, kadına en yüce makam olan annelik payesini vererek onu hanımefendi diye takdim eder. Halbuki diğer sistemler kadın hakları iddiasıyla kadını sömürmüşlerdir. Eser, İslam'ın latif anlayışını Rasulullah'ın anonsu ile dile getirir. Kadına gerçek hakkı İslam'ın verdiğini ifade eder. Emsallerinden çok farklı ve üstün bir anlatımla, hele hürriyetçilik maskesi altında kadın haklarının alabildiğine çiğnendiği şu günlerde ortaya konulan yorum takdire şayandır.

Sözün özü olarak diyoruz ki; eserler, sahiplerine göre hüküm alır. Ameller niyetlere göre değerlenir. Kamil insanların eserleri de kamil olur. Aksi halde insani kemalata ulaşamayanların, kemal ifade edebilecek eşer vermeleri de mümkün değildir. İşte bu kaideye dayanarak deriz ki, Üstad'ın ortaya koyduğu bütün eserlerinin okunması, düşünülmesi ve hayata geçirilmesi gerekir. Elinizdeki bu güzide eserle, hayatın veciz bir yorumu, insan hakları ve ruhi tecelliler sizin olacaktır. Açın gönlünüzü, yöneltin yüzünüzü, müjde size!

Fikir, aksiyon, irşad ve ikazlanyla çağa ışık tutan, Hakk'tan alıp halka veren; Hak için veren, Hakk'a koşan, mana mimarı, büyük insan ve dava adamı Üstadım Prof. Dr. Haydar Baş Efendiyi bu yüce gaye uğrunda her vesile ile ayn ayrı tebrik ediyor; Cenab-ı Hak'tan iki cihan saadeti diliyorum.



Baki BEKTAŞ